Anasayfa » » Kış Uykusu

Kış Uykusu


Bu yazı SRGZ Blog için İsrafil Kurudirek tarafından yazılmıştır.

Sanırım Tanzimat döneminden beri “Sanat Sanat için midir, Sanat Halk için midir” düşünce tarzı vardır. Bu iki fikirden birine katılan herhangi bir şair edebiyatçı, sinemacı kısa adıyla sanatçı dediğimiz kitle hangi fikre kendini yakın görüyorsa sanat yaşamın o yönde kurgulayıp kendine o şekilde bir yol çizer ki bu yol o sanatçının eserlerine, uslubuna fikri hayatına da bariz bir şekilde yansır..
                Sanırım Nuri Bilge Ceylan Sanat yaşamında bugüne kadar yapmış olduğu Senaryoları kendine ait olan filmlerde sanat sanat içindir düşüncesini ön planda tutmuş olacak ki filmlerinin uluslar arası alanda almış olduğu başarılarla ters orantılı olarak ülkemizde sinema seyircisi filmlerine az ilgi göstermektedir.
                Ülkemiz sinemaseverinin yönetmenin filmlerine az ilgi gösterdiği bilinse de Nuri Bilgi CEYLAN’ ın uluslar arası alanda özellikle Cannes film festivallerinde filmlerinin hatrı sayılır başarılara imza attığı bilinen bir gerçektir.


Nitekim başrollerinde Haluk BİLGİNER, Demet AKBAĞ ve Melisa SÖZEN’ in  oyunculuklarıyla arz- ı endam ettikleri KIŞ UYKUSU filmi 67 Cannes film festivalinde bilindiği üzere 1982 yılında Şerif GÖNEN’ in yol filminden yıllar sonra “Altın Palmiye” ödülünü almaya hak kazandı.


Yıllardır bir sinema izleyicisi olarak Nuri BİLGE CEYLAN’ ın yönetmiş olduğu filmleri takip etmekle birlikte son malüm filmi Kış Uykusunu da izlemek 05/07/2014 tarihi itibariyle nasip oldu.
                Kapadokyada çekilen 3 saati aşkın bir süre devam eden filmin her anı insanı anlatmak için özel olarak kurgulanmış, perdeye yansıyan her bir görüntü ve dudaklardan dökülen her bir sözcük üzerine uzun uzun düşünülmüş bir film Kış Uykusu. Senaryonun Nuri Bilge Ceylan ve eşi Ebru Ceylan’ın geceler boyu süren tartışmaları neticesinde ortaya çıktığını artık bilmeyen kalmadı.


                Film emekli tiyatrocu kapodokya bölgesinde babadan kalma mülkleri idare etmek ve yine babadan kalma  “otello” isimli hotel’i işletmekle meşgül Aydın (Haluk BİLGİNER,  eşinden boşanmış babadan kalma mülklerden gelen gelirle maddi anlamda kaygısız bir hayat süren otele gelip yerleşen  Necla (Demet AKBAĞ) ve Aydının kendisinden daha genç hayatını adamış olduğu hayır işleriyle hayatındaki anlamlandıramadığı boşluğu doldurmaya çalışan Nihal (Melisa SÖZEN) arasında geçmekle birlikte ara ara olaya dahil olan köyün imamı ve onun asabi kardeşi, köyün sınıf öğretmeni ve Aydının eski dostunun da ara ara senaryoya dahil olarak filmde kendilerine yer bulmaları şeklinde geçiyor.

 Ama esasında filmi ikiye ayırmak mümkün; İlk bölümde Nihal ve Necla’nın ilişkisine (diğerlerine kıyasla) oldukça kısa bir bakış atıyor ve iki karakterin de mizacı hakkında ön bilgiler ediniyoruz. Nihal başta Necla’ya karşı sempatik yaklaşmaya çalışıyor çünkü Necla’nın fikirleri dünyaya, yaşananlara farklı bir pencereden bakabiliyor. Yemek masasında Necla’nın ortaya attığı kötülüğe kayıtsız kalma meselesi üzerinden daha da yeşeren bu ilişki, ikili yalnız kaldığı an birden yön değiştiriyor. Öncesinde Aydın’ın bu konuya bakış açısına tanıklık ettiğimizde aldığımız sinyaller, Necla ve Nihal’in tartışmasında seyirciyi filmin odak noktasına rahatlıkla taşıyor: Her üç karakter de memnuniyetsiz. Oldukça temel bir açıdan baktığımızda her üçü de parası pulu bol fakat içten içe bencil, kendi doğrularıyla yaşayan ve bir diğerine tahammül edemeyen, ıssız otelin duvarları arasına sıkışmış insan parçacıkları. Modern insanın en büyük problemlerinden birini temsil eden karakterler, birlikteliğin içinde yaşadıkları yalnızlığın üstesinden gelebilmek adına hiçbir adım atmazken adeta bu yalnızlığı daha da belirginleştirmek adına hareket ediyor. Zihinde oluşan bu ilk karmaşa, filmin belki de en etkileyici sekansıyla artık kurmaca bir halden çıkıp gerçekliğin içine dalıyor. Aydın, bir yerel gazete için yazdığı köşe yazısını hazırlarken onu rahatsız etmeyeceğini ve sehpanın üzerindeki dergileri kurcalayacağını söyleyen ablası Necla odaya giriyor. Tam bu noktadan itibaren de seyirci için bir filmi seyretme devri kapanıyor ve gerçeklik içindeki gözlemci kimliği baş gösteriyor.

Aydın ile Necla’nın uzun uzadıya yaşadığı tartışma sekansı bir bütün olarak sinemanın bugüne kadar tanıklık ettiği en muhteşem yönetmenlik ve senaristlik becerilerinden biri muhtemelen. Necla’nın muhtemelen uzun zamandır içinde biriktirdiklerini kendi yarattığı küçük bir kıvılcımla Aydın’a yavaş yavaş nakletmesi işlerin boyutunu değiştiriyor ve Aydın’ın benliğinde daha derinlere dalma fırsatı yakalıyoruz. Aydın, aslında gerçek hayatta çok da yabancı olmadığımız bir tipleme ve Necla bunu anlatmak için seyirciye her türlü malzemeyle tarifi verip kenara çekiliyor. Aydın için sözde aydın tabirini kullanmamın sebebi de bu zira kendisi, pek çok konuda net ve değiştirilemez fikirleri olup bunları hiçbir zaman sorgulama zahmetine girmemiş biri. Necla’nın da dediği gibi inanç ve din üzerine ahkam kesebiliyor ama kendisi bir şeye inanmanın acizlik olduğunu düşünüyor. Üstelik bir şeye inanmayana da amaçsız gözüyle bakıyor. Kısaca fikirlerini olgu üzerinden değil, birey üzerinden değerlendirmeyi seçiyor. Onun için inanmak ya da inanmamak değil önemli olan; inanan ya da inanmayan. Olgu (ya da eylem) için doğruluk yahut yanlışlık muhakemesi yapmıyor, onun fikir dünyası insan odaklı düşünmeye çalışıyor. Zaten bunun ilk ipuçlarını da kahvaltı masasında Necla’nın kötülük üzerine öne sürdüğü tezine karşı oluşturmaya çalıştığı antitezle veriyordu. Necla ise Aydın’ın aksine farklı fikirlere daha açık gibi durmasına karşın çoğu zaman laf ile peynir gemisi yürütmeye çalışan bir tipleme. Daha çok seyircinin Aydın’ı tanıması için filme dahil edilmiş havası mevcut. Yanlış anlaşılmasın, kendisinin önemsiz ya da yan bir karakter olduğunu söylemek asla doğru değil lakin insanı, Aydın üzerinden anlatmaya çabalayan bir filmde pek de güçlü değil. Güçlü olduğu yanı, Aydın’ı beslemekten ziyade Kış Uykusu’nun gerçekçiliğine yaptığı katkıda kendini gösteriyor. Necla ile Aydın’ın bu tartışması, her ikisinin de haklı ya da haksız kefesine konulamayacağı, birbirini nötrleyen bir nitelik taşıyor. Her ikisi de bir diğerinin üstüne çıkmaya çalışıyor -her ne kadar Aydın başlarda buna karşı koymaya çalışsa da bir süre sonra Necla’nın söylemlerinin altında kalmak istemiyor. Belki kadınlar biraz alınacak fakat Ceylan ikilisinin Aydın karakterini yaratırken esasında ikilemleriyle yaşayan karaktersiz bir insan ortaya koymaya özen gösterdikleri gibi Necla’yı yaratırken de artık bir karakterden çok tipleme haline gelmiş; susmayan, iğneleyen ve uzatmakta üstüne tanımayan kadın tasviri yapmaya çabaladıklarına kendimi inandırmam zor olmadı..
İzleme konusuna gelince klasik türk entelijansiyası gibi recep ivediklere gidiporsunuz da bu filmlere niye gitmiyorsunuz, bunları niye beğenmiyonuz gariiiii demiyeceğim...


Cem YILMAZ' ın dediği gibi sözlerimi tamamlayacağım " gidin gençler gidin beğenmek şart değil izleyin hele"""""""


Bu güzel yazı için İsrafil Kurudirek'e çok teşekkür ederim.


4 yorum:

  1. İsrafil Bey'e bu güzel yazı için teşekür ederim.

    YanıtlaSil
  2. İzlemek lazım bir ara. Güzel bir film incelemesi olmuş ancak aradaki yabancı kelimeleri maalesef anlamadım.

    YanıtlaSil
  3. İncelik gösterip yayınladığınızdan dolayı asıl ben size teşekkür ederim Vural Bey

    YanıtlaSil
  4. Ben de izlenecekler listeme aldım, yakın bir zamanda fırsat bulup bir de biz izleyelim bakalım :)

    YanıtlaSil

Yorum yazarken güzel Türkçe'mizi güzel kullanalım!